1 Temmuz 2009 Çarşamba

Büyülü Dağ, Thomas Mann, Can Yayınları

Arthur Schopenhauer ve Wagner'den etkileri satırlarında çok kolay yakalayabileceğiniz Thomas Mann'ın Büyülü Dağ'ını okumaktayım bugünlerde. Kitapta Davos'ta yer alan tedavi merkezlerinden birine kuzenini ziyarete giden ve aileden gelen zenginliği haricinde vasat bir bireyden farkı olmayan Hans Castorp'un gözlemleri anlatılıyor. Martin Eden ve Aksentiy Ivanoviç karakterlerinden sonra çok beğendiğim bir karakter. Vasat bir birey dediğime bakmayın. Aslında Hans Castorp zenginliği nedeniyle hayatta birşey yapsada mevcut durumundan daha başka bir konuma gelemeyeceğinin farkına varmıştır. Bundan dolayıda zorunlu olmadıktan sonra hiçbir şeyi yapmamaktadır. Okulu çift dikiş bitirmesi iş bulması için diploma gerektiğinden, iş aramasıda varolma sıkıntısını ortadan kaldırmak içindir.

Kitapta Thomas Mann tüm felsefi bakış açısını satır aralarında ifşa etmekte. Özellikle daha kitabı bitirmeme rağmen şu sayfalara sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Aslında, bir yere yerleşmek garip bir iştir ve belkide bunun nedeni, amacın yalnzca kendine hizmet etmesi ve o belirli süre biter bitmez ya da o sürenin bitiminden kısa bir süre sonra, orayı terk edip eski durumumuza dönmeye kararlı olduğumuz için yeni bir çevreye alışmanın ve onu benimsemenin getirdiği zorluktur. O tür bir değişikliği, yaşamımızın esas akışına onu bölen bir parça ya da bir ara oyunu gibi sokarız ve amacımız "dinlenmek", yani yani günlük yaşantının kesintisiz tekdüzeliğinin rahatına gömülüp kendimizi ilgisizliğe kaptırdığı için gevşeme tehlikesiyle karşı karşıya kalan organizmamızın canlanmasını ve kendini yenilemesini sağlayacak bir egzersiz yapmaktır. Arada sırada vazgeçilmeyen yaşantı kuralları insanı neden olduğu yorgunluk ve yıpranmadan çok (bunlar için en iyi ilaç dinlenmedir) psikolojiktir ve zaman duygumuzla bağlantılıdır çünkü zaman, hiç kesintiye uğramadan hep aynı akarsa, elimizden kaymaya başlar ve zaman duygumuz, yaşam duygumuzla öylesine bağlantılı ve iç içedir ki bu duygulardan birinin zayıflaması demek öbürünün de acı ve yıpratıcı bir deneyimden geçmesi demektir. Can sıkıntısının kaynağıyla ilgili bir yığın yanlış düşünce dolaşır ortada. Zamanı yeni ve ilginç şeylerle doldurmanın, onun geçmesini sağladığı -aslında kısaltmak demek istiyoruz-, buna karşın tekdüzeliğin ve boş durmanın zamanı ağırlaştırdığı ve onun akışına engel olduğu kanısı yaygındır. Oysa, bu her zaman böyle olmaz. Boş durmak ve tek düzelilik bir anı ya da bazen bir saati bile uzatıp can sıkıcı bir hale getirebildiği gibi, hiçliğe indirgenene dek, çok büyük, hatta en büyük zaman dilimlerini de kısaltıp eritebilir. Tersine, zengin ve ilginç bir içeriğin saati ve hatta günü kısaltma ve hızlandırma gücü vardır ve böyle durumlarda zaman kanatlanır; daha geniş bir açıdan baktığımızda da, zamanın akışına genişlik, ağırlık ve daha somut bir biçim kazandırır ve böylece, rüzgarda savrulup giden o boş ve tüy hafifliğindeki acınası yıllara oranla, olay denen şey, aslında, zamanın tekdüzeliğinin neden olduğu sağlıksız bir kısalmadır ve kesintisiz bir değişmezlik, geniş zaman alanlarını, kalbi korkudan öldürecek denli daraltır ve her gün öbürünün aynı ise, tüm günler bir güne indirgenir ve kusursuz bir tek türlülük en uzun ömrün bile, göz açıp kapayana dek geçmiş bir kısalıkta alılanmasına neden olur..." syf 132-133

Mutlaka okumanız gereken ve 1929 Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüş bir roman...