9 Ekim 2010 Cumartesi

Işık

Bazen insanların hayatına hiç ummadıkları anda öyle bir ışık sızı veriyorki, o ışık doldurduğunda bütün hayatlarını görmezden gelirlerse artık hep karanlığa mahkum oluyor. Bu paketi açmadan kaldırmaya çalışırsanız bir daha geri dönüp açamıyorsunuz.

Benimde hayatıma hafiften sızan ışık tüm hayatımı doldurdu. Tek isteğim de bu ışığı hiç kaybetmemek. İstanbul'un en soğuk olduğu aylardan birinde, zaten uzun zamandır ayrılmaz bir parçam olan bu ışığı, hayatımın içinden bir daha kopmamacasına kabul edeceğim hayat arkadaşım, eşim, yoldaşım, daimi sevgi odağım, mutluluk pınarım olarak :P

İyi ki varsın balım...

3 Mayıs 2010 Pazartesi

????

Anlam Arayışı diye başlık attım önce. Bir kaç paragraf yazdım. Yollarda bekleyen 70 yaşında dilenci teyzelerle, selpak satan on yaşındaki kızlar ve onların önünden gözüne bile bakmadan geçen bizler hakkında.

Bir paragrafta sordum kendime neden bu dünya eğer sonsuz hayatımıza adım atmamızı sağlayan bir geçiş noktası ise herkes eşit haklara sahip değil? Neden olduğundan daha önemli bir hale getiriliyor? Neden insanlar açlıktan ölüme terk ediliyor? Neden insanlar işsiz kalıyor? Ya da aslında işe niye ihtiyacımız var? Eğer eninde sonunda bu dünyayı terk edeceksek neden insanlar sadece tüketebileceği kadarını değilde sonsuza kadar yaşayacakmış ve herşey kendisinin olmalıymış gibi yaşayıp tüketiyor?

Sonra shift+del komutu ile karşılaştı yazdıklarım. Sadece aklımda şu soru kaldı. Ya aradığımız yegane anlam, var oluş nedenimiz, tüm bu olanlar aslında hiç bir insan tarafından anlaşılabilecek olgular değilse? Sadece tek görevimiz doğmak, nefes almak ve son nefesimize kadar burada önümüze çıkanları yaşamaksa? Çok zenginde olabiliriz, çok fakirde, çok vicdanlıda, çok vicdansızda, bebek gibi temiz bir ruhta, şeytanın vücuda bürünmüş halide. Hepsi elimizde mi? Değil diye düşünüyorum ama mutlaka bir parçada bizim söz söyleme hakkımız var.

Çok geç oldu Scotty, bir daha ki ne kaldığımız yerden devam edelim...

16 Nisan 2010 Cuma

Red Sparowes

Geçen gün Amazon'da yeni çıkan albümleri taratırken bulduğum bir grup Red Sparowes. Geçen sene başında yine Amazon'da yakaladığım God is an Astronaut'a çok benzeyen bir stilleri var. Tanımlamak gerekirse ensturmental rock yaptıklarını söyleyebilirim. Amazon'da ki sınıflandırmaya göre ise alternatif rock yapmaktalar.

Grubun yaptığı müzik gerçekten çok güzel. Bir başka dikkat çekici yanı albümlerindeki şarkı isimleri. Aşağıda vereceğim örnektende anlaşılabileceği gibi grubun demo albümünden sonra çıkardığı şarkıların isimlerini ard arda okuduğunuzda bir romandan paragraflarmış gibi gözüküyor... Rahatlamak istediğinizde, sürükleyici bir roman okuduğunuzda, spor yaptığınızda :) dinleyebilirsiniz, tavsiye ederim.

At The Soundless Dawn

1. Alone and Unaware, the Landscape was transformed in Front of Our Eyes
2. Buildings Began to Stretch Wide Across the Sky, and the Air Filled with a Reddish Glow
3. The Soundless Dawn Came Alive as Cities Began to Mark the Horizon
4. Mechanical Sounds Cascaded Though the City Walls and Everyone Reveled in Their Ignorance
5. A Brief Moment of Clarity Broke Through the Deafening Hum, but it was too Late
6. Our Happiest Days Slowly Began to Turn into Dust
7. The Sixth Extinction Crept Up Slowly, Like The Sunlight Through The Shutters, As We Looked Back In Regret

12 Nisan 2010 Pazartesi

Sharon Jones

Düne kadar tanımıyordum :( Amazon'da son çıkan albümler arasında rastladım hanım efendiye. Sesi ve Dap Kings isimli orkestrası ile muhteşem bir müzik yapıyor kendisi. Retro soul tarzında, dinleyince gerilmediğiniz, sözleride fazla yormayan parçalardan oluşuyor albümleri Sharon ablanın :) Dinleyin derim bir yerden yakalarsanız...

27 Mart 2010 Cumartesi

Kürk Mantolu Madonna, Sabahattin Ali

Kahramanımızın ismi Raif. Adı gibi merhamet barındırıyor kişiliğinde. Raif yalnız. Raif sessiz. Raif Anadolu işgal altındayken babası tarafından Almanya'ya gönderilir. Almanya'ya giderken etrafı tarafından aslında pek de yakışık bulunmayan merhameti, bari aile işlerini devir almaya yetecek bilgi ile donansın denir. Babasının sabun fabrikalarının başına geçip onları yönetebilecek bir hale gelsin, Almanya'da öğreneceği bilgilerle.

Fakat Raif sabundan anlamaz. Raif daha çok resim yapar. Resim yaparda, yaptığı güzel resimleri, içinden bir parçayı başkaları görecek diye hocalarına götürmezde, kötülerini dizer hocalarının önüne. Raif Almanya'ya gider. Gider gitmesine de amacı ressamların en önemlilerinin bulunduğu bu Avrupa ülkesinde son gelişmeleri öğrenmek, kültürünü geliştirmektir. Raif burada aklında hiç olmasa da ruh ikizini bulur...

----- Kitabı okuyacaklar atlasınlar, Scotty emin olu ver :)

Raif Almanya'da Maria Pudner ile tanışır. Bir mevsimi geçen tanışıkları süresince Raif hayatının en mutlu günlerini geçirir. Her ne kadar o en mutlu günlerini geçirdiğini düşünsede aslında Maria onu gerçekten sevdiğini kendine itiraf edememektedir. Raif'e kalsa Maria ile evlenip, ömrünü orada noktalayacaktır. Fakat Raif'in babası ondan önce davranır ve ölüm haberi telgrafla oğluna ulaştırılır. Raif çaresiz Maria'yı bırakıp yurduna döner.

Raif yurduna dönerken Maria'yı yanına aldıracağına söz verir ve karşılıklı yazışma adreslerini verirler. Mektuplar gelir gider. Hatta Raif Anadolu'da ki evlerine yeni eşyalar aldırır, her ne kadar ölü babasının mirasını enişteleri gasp etmiş olsalarda. Gel gelelim, Maria'dan haber gelmez olur.

Yıllar sonra, bir gün Raif efendi yürürken Almanya'da kaldığı pansiyondaki komşusu Ankara'da memur olan Raif'in önüne çıkar. Yaptıkları konuşma sonucu Raif anlarki Maria hastalanmış ve ölmüştür. Eski komşusunun yanında bir kız vardır. Kız Raif'in kızıdır. Raif bunca yıldır, Maria bir daha kendisine yazmadığı için, ruh ikizi bile ona sırtını döndü diye insanlarla iletişime geçmemiştir. Evet, evlenmiştir, çocukları vardır. Ama ne işinde hak ettiği pozisyondadır. Ne aile yaşamında hak ettiği değeri vardır.

Raif Ankara tren garından kalkan trenin localarından birine bakar. Locanın içinde bugüne kadar hiç görmediği kızı, onu hiç tanımadan Ankara'dan belki de bir daha dönmemek üzere ayrılmaktadır. Evinde onu karısı beklemektedir, çocukları beklemektedir, kayınçoları beklemektedir... Raif evine döner. Aynı gün kızına bir defter alır. Deftere tüm bu olayları en ince detayına kadar yazar. 24 saat sonra sanki hiç bir şey olmamış gibi defteri iş yerindeki çekmecesine kitler. Defter on yıl boyunca iş yerinde gizli kalır. Ta ki Raif Efendi ölecek hale gelene kadar. Mesai arkadaşı defteri eve getirirken Raif ona defteri ne isterse onu yapmasına izin verir. Ne de olsa artık ömrü kalmamıştır.

Raif beyin mesai arkadaşı defteri okur.

----- Tamam Scotty okurları tekrar yazı ile baş başa bırakabilirsin...

Ama bir kişinin ruh ikizini bulması bazen hayatını onunla geçirmesine yetmemektedir, ya da yeter mi? Raif Bey'in hikayesinde Sabahattin Ali bu noktanın üzerinde duruyor. Türk yazarlara yaptığım bu ziyaretten hiç sıkılmadım arkadaşlar. Mutlaka zaman ayırın ve Sabahattin Ali'nin bu romanını okuyun....

----- Işınlayabilirsin Scotty :)

18 Mart 2010 Perşembe

Kim Öldü???

Dünya'nın merkezi eşeğimin arka ayağındadır diyen Nasrettin Hoca'ya aynı soru tekrar sorulsa sanırsam vereceği cevaplar arasında en son sırayı alacak mekanlar alışveriş merkezleri olacaktır. Kapitalizmin tavan yaptığı bu mekanlara gitmiyorum da diyemiyorum ne yazık ki :) Ama bir tanesi varki Şişli'nin göbeğinde adeta yoksul çatlatan Cevahir - nam alışveriş merkezi hemen girişinin yanında bulunan dev ekran tv'den kurumsal kimliği ile ilintili haberler vermekte. Geçen akşam yürüyüş rotamın üzerinde bulunan mekanın yanından adımlarımı atarken ekranda basit bir haber gördüm. Koşan bir asker resminin ekranın yarısını kapladığı haberde 1 asker şehit 1 asker yaralı yazıyordu. Ne şehit olan askerin ismi ne de ardından olan olaylar vardı. Dışarıda ekrana bile bakmadan yürüyen, benim gibi bakıp yoluna devam eden, ya da içeride son aldığı mavi jeansini poşetin içerisinden kontrol ederken az önce aldığı hamburgerini dişleyen kişiler durumdan pek memnun olmadıklarını gösteren hareketler sergilemiyorlardı.

Bugün şehitleri anma günüymüş. TSK'nın sitesini haber ile ilgili bilgi ararken öğrendim. Umarım hepsi haklarını helal ederler bizlere. Gelelim şehit kardeşimize. Adı İsa, soyadı Keskin, Samsunlu, 21 yaşında, Jandarma Komando Onbaşı. Ne bir fotoğrafı var ne de durumun detayı. İnternette bile sadece memleketi, yaşı yazıyor.

Bende ancak bu kadarını yapıp buraya not düşüyorum. İsa Keskin şehit oldu...

Hurt, Johnny Cash

Hakkın rahmetine kavuşmuş Johnny Amcamı dinlemekte olduğum şu dakika, bir de kendisini burada anayım dedim. Hurt isimli parçası ile Ipod'umda hiç silinmeyecekler arasına yerleşmiş bir isim kendisi. Hayatının son deminde kendi gitar solosu ile seslendirdiği bu parçasında adeta geçmişine ait tüm yanlışları ve bir nevi insanlığı sorguluyor.

Tek gerçek olan acıyı hissetip hissetmediğini anlamak için kendine iğne batırdığını söyleyen Johnny Amca, bunca yıl sonra her tanıdığı kişinin onu terk edip öteki tarafa gittiğini :/, geri kalanlarında sahip olduğu kendi tanımıyla çöplük imparatorluğunu alabileceğini söylüyor.

Yeteri kadar pesimist olamadım, biraz daha pesimizm diyorsanız, günde üç sefer dinlemenizi salık veriyorum. Doz aşımlarında müessesemiz sorumlu değildir :)

------ Kaptan'ın seyir defterine ek

Son zamanlarda geri sararak dinlemekte olduğum Jamais Vu tarzı parçalar yapan grup arayışım sonucu ulaştığım Thrice ve Soasin'in albümlerini dün itibari ile ele geçirmiş durumdayım :) Yorumlarımı ileriki yazılarda görürsünüz...

------ Işınlayabilirsin Scotty :)

15 Mart 2010 Pazartesi

Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim, Nazım Hikmet

Yaşar Kemal'in üzerine okuduğum Nazım Hikmet'in kısıtlı sayıdaki romanlarından "Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim", Türkiye'deki bir komünist grubun başından geçenleri farklı zaman dilimleri arasında gel gitler yaparak anlatıyor. Nazım Hikmet yalın ve kısa cümlelerle, yarattığı karakterleri adeta canlıymış gibi aklınıza sokuyor. Çevrilen her sayfa ile romanın biyografik içerik taşıdığını da anlıyorsunuz. İstanbul, Moskova, İzmir şehirleri Osmanlı'nın çöküş dönemi, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet dönemlerinde gözler önüne seriliyor Nazım tarafından. Şehirlerden önemlisi ise Nazım'ın kelimelerle hayat verdiği kahramanlar.

Kitabı okuyacaklar burayı atlasın!!!

Hele kitaba adını veren İsmail'in bir "yaşamak güzel şey be kardeşim" deyişi var ki, orada bu insanların nasılda sadece bir idael uğruna, kimsenin onlara inanmasa bile hayatlarını yok ettiklerini, nasıl geri adım atmadıklarını, ideallerine ne kadar bağlı olduklarını bir kez daha görüyorsunuz. Yenilmeyen bir şey varsa insanların bağlı oldukları düşünceler diye sesleniyor Nazım her satırda.

Artık devam edebilirsiniz :)

Sonuçta hikayemiz Ahmet isimli Nazım'ın kendine benzettiği Paşa oğlu olan bir komünistin, İzmir'de kuduz salgını varken, bir köpek tarafından ısırılmasıyla kuduz olup olmadığını anlamakla geçirdiği günleri anlatıyor. Ahmet dışarı çıksa polisler tarafından tutuklanıp hapse atılacak. İşkencede primi olacak. Tek kuduz tedavi merkezide İstanbul'da o yıllarda ve oraya gitmesi kesin tutuklanması demek. İzmir'de kalırsa da ya kuduz olacak ya da olmayacak çünkü onu ısıran köpeği bulupta kuduz olup olmadığını öğrenemiyorlar. Bu ikilem içinde Ahmet İzmir'deki komünist evinde kalıyor. Her gün duvara bir çizik atıyor. Kuduzla alakalı kitaplar alıyor ve 41 gün içerisinde ya kuduracağını ya da yaşayacağını öğreniyor. Arkadaşları çaresiz aspirin ve uyku ilacı taşıyorlar Ahmet'e.

Her karakteri, her kelimesi içinizi parçalayacak bir dönem romanı sunuyor Nazım Hikmet. Tavsiye ediyorum...

10 Mart 2010 Çarşamba

Şubat 2010

7 Şubat'ta başlamışım Yaşar Kemal'in Bir Ada Hikayesi adlı üçlemesine. İlk kitabın ismi Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana. Daha önce hiç Yaşar Kemal okumayan birisi olarak kitabın ilk yirmi sayfasında tasfirlere alışmakta güçlük çektim. Zira denize düşen tek huzmeyi bakır moru, çelik kırmızı, gümüş mavisi diye anlatınca bir garip oluyorsunuz. Aynı nesnenin aynı anda nasıl bu şekilde tanımlanabileceğini düşünüyorsunuz. Fakat bu uzun betimlemeler devam ederken Yakup Kadri'nin Yaban'ındaki kadar sağlam karakterler ile tanışıyorsunuz.

Kitap Kurtuluş Savaşı'nın ardından Türkiye ve Yunanistan'daki vatanlarından sürülen Türk ve Yunan göçmenlerin durumunu gözler önüne sermeye çalışıyor. Bunu da Antalya açıklarında Karınca Adası'nda yaşayanların hayatlarına konuk ederek yapıyor Yaşar amcamız. Adadaki rum halkına önce Mustafa Kemal tarafından bir tebligat yapılacağının dedikodusu ulaşıyor. Dedikodu kıyı kasabasındaki halkın adaya ucuza mal alma amacıyla gitmesi ile adalıların kulağına kadar geliyor. Ardından hikayemiz ada boşaltıldıktan sonra adaya kalmaya gelen Poyraz Musa isimli Kurtuluş Savaşı gazisi kahramanımızın başından geçenleri anlatıyor. Her sayfada olacakları biraz daha merak ediyorsunuz. Anlatılanlardan yola çıkarak Çanakkale ve Sarıkamış'ta savaşan Rum kökenli Türk vatandaşlarını araştırdım. Gerçekten ülkemizin çok kültürlü yapısının aslında nasılda Avrupa'dan yüzyıllar önce var olduğunu ve nasıl emperyalizm aracılığıyla tahrip edildiğini, böl parçala yönet mantığının nasıl işlediğini en iyi gösteren kanıtlardan biri bu tarihsel gerçek.

Kısaca bu kitabıda okumanızı şiddetle tavsiye ederim, eğer bugüne kadar okumadıysanız.

Kitaptan arta kalan zamanımda da Call of Duty Modern Warfare 2'yi sıkıştırdım :) Senaryosu ile yine komplo teorileri üzerine zaman geçirenleri tetikleyen bir oyun çıkarmışlar. Sonu yine ilk oyundaki gibi etkileyici. Oyunun ara videolarında ABD Genel Kurmay Başkanı'nın "en büyük sopa bizde, ama sopayı tutanın kim olduğuda çok önemli", "sizlere demokrasi veremeyiz ama nasıl alabileceğinizi gösterebiliriz", şeklindeki replikleride oyunun nasıl bir propoganda malzemesi haline getirildiğini gösteriyor. Yine de sağlam bir fps oynamak isteyen arkadaşlara bir numaralı tavsiyemdir.

Bunun haricinde aya kötü başlayıp, sonradan neyseki toparlamayı başardığımı söyleyebilirim :) Böylece yılın en kısa ayınıda atlatmış oldum. Ben bütün bunları yaparken, dünyamızda yüz binlerce kişi açlık, kalp krizi, terör, stres, vb pek çok nedenle hayata veda etti. Onlar veda ederkende bir o kadar yeni ruh aramıza katıldı tertemiz ve ufacık bedenleriyle.

19 Ocak 2010 Salı

Boş Zamanlar...

Başkaları tarafından anlaşılmasa da herkesin bir derdi vardır. Hayat denilen bu ölüme geri sayımda, herkes sonucu görmezden gelir. Başlangıçtan sona kadar geçen sürede, insanlar kendilerine yapacak pek çok farklı şey bulurlar. Boşa geçen zamanı değerlendirmek de diyebiliriz buna.

Bu zamanı farklı şekilde değerlendirmek isterler insanlar. Değerlendirmeyi seçtikleri şekillere karar veremeyenler olduğu gibi kendileri hakkında karar verme şansları elinden alınmışlar da vardır. Ölmeye bir sıfır mağlup başlayan bu ikinci gruptakilerdir asıl gerçeği görenler. Bu serüvende bir adalet olması gerektiğini bilirler.

Doğarken başlayan ölüm yarışında, ellerine sığacak büyüklükte kağıtların daha fazlasına kimin sahip olduğu ile ölçtükleri insanlıklarını yine onlara tamah eden ve etmek zorunda bırakılan insanlar üzerinde deneyen insancıklar... Kağıtları biriktirmek için yadsıdıkları sona kadar harcayacakları zaman dilimi içerisinde sistem tarafından kurulan okullarda eğitilirler. Ardından sisteme hizmet eden büyük kağıt kazanma hücrelerinde hizmet etmeye yönlendirilirler. Hayatlarının en verimli yıllarında bu hücrelere girebilme şansını bulanlar, ürettiklerinden sadece kendilerini doyuracak, temizleyecek ve çok küçük bir olasılık da olsa iki göz odaya benim diyebilecek kadar kağıda sahip olurlar.

Geriye kalanlar yüzdelerle ifade edilir. Yüzde şu kadar insan hücrelere giremedi. Soğukta da donmuş olabilirler. Ona da sayı verirler. Çünkü onların sayısı yüzde ile verilemeyecek kadar azdır, yani yok sayılabilir. İnsanlar neyse ki okullarda bu oranları ve sayıları anlayabilecek eğitimi alabilmişlerdir. Gerçi eğitim alamayanların da bir yüzdesi, okuyamayanların bir yüzdesi de vardır sistemde. Sistem her şeyi görmelidir, bilmelidir! Herkese de malum sonlarını unutturmalıdır. Böylece kurulmuş olur toplum. Ölecekleri unutturulmuş ve vasıfları sınırlandırılmış, hücrelere hapsedilmiş insancıklar kümesi. Rakamlarla ifade edilebilir. İsimleri yoktur. Kişilikleri sistemin ürettiklerinden faydalanabildikleri, satın alabildikleri ile tanımlanır.

Kimisine hücrelere girme şansı verilirken, kimisi katil olmak zorundadır. Kimisi katilliği kendi seçer. Katillerin olduğu bir sistemde katilleri yakalayacak birileride olmalıdır. Onları da sistem kendine bağlar. Ölüme doğanların biletini önce kesen katilleri, sonsuz uykusuna kadar yaşayacakları gerçek hücrelere koymak için dolaşır sistemin adamları.

Sonra bir gün bir çocuğa öğretmeni sorar 33 artı 4 kaç eder diye. Cevap basittir: 37. İşte o 37 bir gün bir dağ yolunda bir otobüsteki insanların sayısına eşit olabilir. Onların önüne boş zamanlarını katil olmakla dolduranlar çıkabilir. Sayıları ne kadar az olsa da o anda orada 37'sinden de fazlasının canını alacak kadar mermileri olabilir. 37'nin ise silahı bile yoktur. İşte o karlı gecede, yaratılmışların en üstünlerinin 50 kadar örneği karşılıklı dizilir. 37 bir tarafta, geri kalanları diğer tarafta. Peş peşe sesler duyulur. Belki 100 ile 50'nin toplamı kadar. Neydi cevap? 150. Evet o kadardır herhalde. 37'nin kalbi sistemin unuttuğu gerçeği hatırlar. Öleceklerdir. Ama sistem için. İşte bütün mesele budur. O 37'nin 33'ü orada ölür. 4'ü yaralanır. Yaralananlara hain muamelesi yapılır. Sistem uzun yıllar onları tanımaz. Ama şehirdeki toplum üyelerine de bakın bunlar orada öldü der - ki korku ile sonu unuttursun...

Sonunuzu unutmadığımız kadar yaşarız aslında. Farkında olursak nefeslerimizin sayılı olduğunun, hepsini sayarız. En büyük varlığımızdır geçirdiğimiz zaman. Nasıl, niçin, kiminle, ne kadar harcadığını ölçmeliyiz. Boş zamanınızı en iyi şekilde doldurmanız dileğiyle...

16 Ocak 2010 Cumartesi

Darksiders

Şu günlerde Avrupa'da çıkmamış olsa da PS'ın fanatiklerinin bir numaralı oyunu olan God Of War'un Collection Edition'ı Uzak Doğu'da bir hayli iyi satış rakamlarına ulaşmış durumda. Önceki iki oyunun HD kalitesine getirilmiş halinden ibaret olan bu paket, aslında hem oyunları PS2'de oynayanlara hem de PS3'ü olup bu efsaneye el değdirmemiş olanlara hitap ediyor. Mart ayında çıkacak 3. oyun öncesinde de serinin önceki bölümlerinde neler olduğunu hatırlamak isteyenlerin kaçırmaması gerekiyor oyunu.

GOW 3'ün rakipleri arasında yer alan iki yeni oyundan biri olan Darksiders ülkemizde de piyasaya çıktı. GOW'u çok az oynamış biri olarak oyunun kendine özgü ama GOW'un başarılı yönlerini almış bir aksiyon oyunu olduğunu söyleyebilirim. Komboları hiç zorlanmadan yapabiliyorsunuz. Grafikleri ise WOW benzeri, karikatür tarzında. Fakat mahşerin dört atlısından Savaş'ı oynadığımız oyunda açılan her bölümle War gücüne güç katması ve önüne geleni paramparça etmesi gerçekten oyuna sizi bağlıyor.

GOW 3'den önce sanırım bir de EA'in Dante's Inferno'sunu göreceğiz raflarda. O oyunuda merakla bekliyorum.

Bol oyunlu günler...

Bulutlar

Bulutlar gördüm rüyamda,
Rüzgar almıştı sırtına, götürüyordu hepsini,
Sana anlatabilmek için her gördüğüm rüyayı,
Başımın ucuna koyduğum kalem ile kağıda uzandım,
Nasıl yazacağımı düşündüm bulutların güzelliğini,
Elim ise dinlemiyordu beni,
Yazmak yerine istediklerimi,
Tek gerçeği karalıyordu,
Seni seviyorum, seni seviyorum, seni seviyorum...