17 Ocak 2009 Cumartesi

Devlet, Platon, Hasan Ali Yücel Klasikleri Dizisi

Kitabı yaklaşık on dakika önce bitirdim. Sıcağı sıcağına söyleyebileceğim, kendisinden en az 1800 yıl sonra yazılsa da Machiavelli'nin Prensi ile günümüz dünyasındaki güç dengelerinin ve politikasının oluşumunda çok büyük etkileri olduğunu düşündüğüm bir diğer kitap olduğu Eflatun'un Devlet'inin.

Kitap Socrates'ın ve Platon'un oğulları ile diğer Akademi öğrencileri arasında geçen diyaloglardan oluşan on kitapçıktan oluşuyor. Birinci kitabın açılışı Socrates'ın doğruluğun hayatımızdaki yerini belirlemek için bu olgunun tanımını yapmaya çalışması ile başlıyor ve her kitapçıkta bu olgudan en iyi devlet düzeni arayışına doğru bir akış yaratılıyor.

Devlet düzenini tanımlamak için Socrates onu bireye eşitliyor ve en iyi bireyin sahip olacağı özellikleri kendi oluşturduğu devlet sistemine eklemeye çalışıyor.

Kitabı Machiavelli ile anmamın nedeni Prens'deki kadar açık açık halkı ezmeye ve korkutmaya yer vermesede, Socrates'ın kendi kalıplarına uygun bireyi tanımlarken daha bebekliğinde dinlediği masallara, ninnilere bile el atmasından, doğruluğu yüceltsede, doğruluğun vücut bulduğu bir bireyin bile şiir okumaması gerektiğini, bir an bile üzülmemesi gerektiğini söylediğinden kaynaklanıyor.

Gerçi benzeri itirazları Schopenhauer'e de sayfalarca yazabiliriz ama Platon'un devlet düzenini yine de biraz faşist ve bağnaz bulduğumu söylemeden edemeyeceğim :) Yine de kitapta pek çok önemli anektod var. Benim seçtiğim bazılarına aşağıda yer veriyorum ve herkese kitabı tavsiye ediyorum...

Umut tatlı talı doldurur içini,
Yoldaşlık eder ona, hoş eder gönlünü.
Umut yola sokar, yoldan çıkan insanın aklını. (Pindaros)

Zorba, başkalarının mallarını azar azar değil, zorla, toptan alır.

Cezanın en büyüğü, kendimiz yönetime karışmayınca daha kötü birinin yönetimine girmiş olmaktır.

Kötü bir kafanın yönetmesi de kötü olur, iyi kafanınkiyse iyi.

Haksızlığa uğramaktan sakınamayacaklarını, haksızlık etmeyi de her zaman beceremeyeceklerini anlayınca, bir anlaşmaya varmayı düşünmüşler, kanun koymuşlar, kimse haksızlık etmeyecek, haksızlığa uğramayacak diye. Kanunun buyurduğuna, kanuna uygun olana da doğru demişler. İşte doğruluğun kaynağı, özü budur. Doğruluk, en iyi şeyle en kötü şeyin ortasında, yani haksızlık edip ceza görmemekle, haksızlığa uğrayıp öç alamamanın arasındadır.

Haksızlık etmek bulan herkes haksızlık eder. Doğruluksa, doğruya hiçbir kar sağlamaz (kitabın sonunda bunun tam tersi olduğunu ispatlıyor Platon). Eğriliğin doğruluktan çok daha karlı olduğuna inanmayan yoktur.

İnsanlar, ancak korkaklık, ihtiyarlık, ya da başka bir yetersizlik yüzünden eğrilik edemedikleri için, eğriliği kötülerler. Besbellidir bunun böyle olduğu. Bu çeşit insanlara haksızlık etmek imkanı verebilecek olsa, bu imkanı sonuna kadar kullanırlar.

Savaş, teklerin olduğu gibi , toplumun hayatında da kötülüklerin kaynağı olan şeyden, başkalarından çok mal edinmek hırsından doğuyor.

Değerli insan kendine yeter, tek başına yaşamanın tadına varabilir.

Gerçekten ayrılma yetkisi yalnız devleti yönetenlerde olmalıdır (peki yöneticilerin neyin devlet için doğru neyin yanlış olduğunu doğru tahmin edip etmediğini kim bilecek ve kontrol edecek???).

Kendini iyi bir insan olarak yetiştirmek isteyen, güzeli arar, güzeli över, ondan hoşlanır ve onunla beslenir.

Beden ne kadar iyi durumda olursa olsun, kendi iyiliğiyle, insanın içini iyi edemez. Tersine, insan, içi iyiyse, bedenini az çok iyileştirebilir.

İnsan en çok kimi sever? Kimin rahatını kendi rahatı, kimin yoksulluğunu kendi yoksulluğu sayıyorsa en çok sevdiği odur.

İki şey varki, iş gören insanı işe yaramaz hale getirir: zenginlik ve yoksulluk.

Ölçü, isteklerimize, tutkularımıza vurduğumuz bir çeşit dizgindir.

Güzelin yolu çetindir.

Gerçekten, varlığın seyrine dalmış olan bir insan, gözlerini şunun bunun davranışına çevirmeye, onlarla dalaşmaya, onlara hınç duymaya, acı sözler etmeye vakit bulamaz.

İnsan kendi kendini yetiştirip de ekmeğini kimseye borçlu olmadı mı, hiç kimseye de hesap vermek zorunda değildir.

Kendi yararlarına düşkün, açgözlü kimseler başa geçer ve başta olmayı keselerini doldurmak için bir yol sayarlarsa, orada artık iyi bir düzen arama.

Gerçek varlığı yalnız onunla (ruhun gözü) görürüz.

Düzenine kavuşmamış devlette, yalnız kendi işlerine bakanları budala sayar herkes. Başkalarının işlerine karışanlarsa yükseltilir ve övülür.

Oligarşi: Gelir üstünlüğüne dayanan, zenginlerin yürüttüğü fakirlerin hiç karışmadığı düzen.

Bir devlette zenginlik ve zenginler baş tacı olunca, doğruluğun ve doğru insanların şerefi azalır.

Oligarşide zenginler sermayelerini büyüttükçe toplumda serseriler çoğaldıkça çoğalır.

Oligarşide öyle bir zaman gelirki fakirlikten kırılan halk isyan eder ve tüm zenginleri ya öldürür ya devlet dışına sürer. Ardından yeni düzen, herkesin zenginliğine bakılmadan, sadece salt yetenekleri üzerinden devlet kademelerine yerleşecekleri DEMOKRASİ kurulur.

Fakat demokraside oluşan üç sınıftan ikisi olan çoğunluk halk ve zamanla yine servet biriktiren azınlık zenginler birbirlerini geçmişte gördükleri olayları tekrar yapmayı planlamakla suçlarlar. Zenginler halkı isyan etmekle, halk zenginleri kendini soymakla. Sonunda düşünülen gerçekleşir ve savaş sonrası başa gelen kişi zorbalığı getirir.

En büyük haydut, rüyasında yaptıklarını uyanıkken de yapan adamdır.

Doğru adam fakirliğe, hastalığa, yahut kötü sayılan herhangi bir hale düşse de, hayatında veya ölümünden sonra ister istemez doğruluğun faydasını görecektir; çünkü Tanrılar doğru olmaya çalışan, elinden geldiği kadar iyi olarak Tanrılara yaklaşmak isteyen bir adamı yüzüstü bırakmazlar.

16 Ocak 2009 Cuma

Yalnızlık Şiiri, Duvar, Atilla İlhan, 1948

Yalnızlık Şiiri

karanlığın insanı delirten bir ihtişamı vardır
yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım
bu gece dağ başları kadar yalnızım

çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından
dudaklarımda eski bir mektep türküsü
karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim
gözlerim gözlerini arıyor durmadan
nerdesin...

-Duvar, 1948

15 Ocak 2009 Perşembe

Kathrine Kiss Me, Tonight, Franz Ferdinand

Franz Ferdinand'ın son albümünüde tavsiye ediyorum. Özellikle albümün sondan bir önceki şarkısı Kathrine Kiss Me gerçekten dinlenmesi gereken bir şarkı:

Katherine, kiss me
Slip your little lips
Will split me
Split me away
Your eye won’t hit me
Yes, I love you, I mean it
I’d love to get to know you

Sometimes I say the stupid things I think
I mean I
Sometimes I think the stupidest things
Mmmmmm
And do you ever wonder
How the boy feels

Katherine, kiss me
Flick your cigarette, then kiss me
Flick your eyes at mine so briefly
Your leather jacket lies
In sticky pools of Cider Blackberry
You glance and ricochet
From every alpha male behind me
Eyes
Like bubbles on the washing machine

Mmmmm
I wonder
How the boy feels

Katherine , kiss me
In the alleyway
By ………..
Jacket in the sodium light
Yes, I love you, I mean I
Need to love

And though your opened eyes stay bored
Upon the overflowing pipes above me
Tonight
I don’t mind
Because I never wonder
How the girl feels

11 Ocak 2009 Pazar

Unforgiven 3, Death Magnetic, Metallica

Ekonomideki durgunluğun tüm sektörlerde artarak hissedilmesi, bir parça toprak için çıkarılan savaşların hız kesmeden can almaya devam etmesi, yokluk içinde terörist olmaya mahkum edilen insanların çığlıkları ve tüm bunları duymayıp yaşamaya devam eden bizler için... Son günlerde üst üste dinlemekte olduğum Unforgiven 3'ü hepinize tavsiye ediyorum...

How could he know
This new dawn's light
Would change his life forever?
Set sail to sea
But pulled off course
By the light of golden treasure

Was he the one causing pain
With his careless dreaming?
Been afraid
Always afraid
Of the things he's feeling
He could just be gone
He would just sail on
He'll just sail on

How can I be lost,
If I've got nowhere to go?
Search for seas of gold
How come it's got so cold?
How can I be lost?

In remembrance I relive
And how can I blame you
When it's me I can't forgive?

These days drift on
Inside a fog
It's thick and suffocating
His sinking life
Outside it's hell Inside, intoxication
He's run aground
Like his life
Water much too shallow

Slipping fast
Down with his ship
Fading in the shadows
Now a castaway
They've all gone away
They've gone away

How can I be lost
If I've got nowhere to go?
Search for seas of gold
How come it's got so cold?
How can I be lost?
In remembrance I relive
And how can I blame you
When it's me I can't forgive?

5 Ocak 2009 Pazartesi

Mevlana, Hayatı, Sanatı, Yapıtlarından Seçmeler, Abdülbaki Gölpınarlı

Mevlana ile ilgili kitapları, özellikle en büyük eseri Mesnevi'yi her yerde görebilirsiniz. Fakat bu kitapların altında Abdülbaki Gölpınarlı imzası varsa onlara daha bir önem vermeniz gerekiyor. Okuduğum kitapta Gölpınarlı tarafından Mevlana'nın tüm eserlerinden bir derleme. Varlık yayınlarından çıkan kitaptan seçtiğim bazı alıntılara bırakıyorum anlatımı:

Ham pişkinin halinden anlamaz; öyleyse söz kısa kesilmelidir.
Bağı çöz, azat ol. Ne zamana kadar gümüş, altın esiri olacaksın?
Yaşayan sevgilidir, aşık, bir ölü.
Zalim, onlardır ki, gözlerini kapamışlardır da söyledikleri sözlerle bütün alemi yakmışlardır.
Kötü kişilere ilim ve fen öğretmek, yol kesen eşkiyanın eline kılıç vermeye benzer. Bilgi mal, mevki ve hüküm, kötü kişilerin elinde fitnedir. Yüzlerce aslan bir araya gelse, bilgisizlikten, geçtikleri yüce mevkilerin yaptığı fenalığı yapamaz.
Doğan, isterse beyaz ve eşsiz olsun; fare avlandıktan sonra bayağıdır.
Can, tecrübeyle sabittir ki, bilgi sahibi olmaktan ibarettir.
Bilgi, uçsuz bucaksız ve kıyısız bir denizdir. Bilgi dileyense, denizlerde dalgıçlık edene benzer.
İçinde yoksulluk havası oldukça adam, dünya denizine batmaz, üstünde yüzer durur.
Sevgi ve acımak, insanlık vasıflarıdır. Hiddet ve şehvetse hayvanlık vasıfları.
Aşk, büyüklere baldır, çocuklara süt. O her gemiye yüklenen ve geminin ağırlığından fazla olduğu için batmasına sebep olan son yüktür.
Dünya, her nefeste, yeniden yeniye yaratılmada, yenilenmededir.
Okuyan, aklı miktarınca anlar :)
Hava ve hevesinden kurtulmuş kişiden başka ergin yoktur.
Olgun er, toprağı tutsa altın olur, noksan kişi, altını eline alsa toz toprak kesilir.
Kılıç, kesmekten utanmaz.
Her kelleye bir külah bulunur.
Şimşek ışığıyla yol alınmaz.
Nasıl nefes alayım ki her nefeste dağınıklığımız, daha da fazla dağılıp gitmede.
Ey Şemseddin, can da sensin, canında canı sen, sevgili de sen. Aşkın, cana da, sana gidecek yolu gösterir, gönle de. (Enel Hak dediği an budur)
Can, aşktan binlerce edep öğrenmede; öylseine edepler ki, mekteplerde öğretilmesine imkan yok.
Akıl, bütün gidilecek yolları bilse bile, yine aşk yolunu bilmez, şaşırır kalır.
Ey bir işe, bir güce koyulup kendine dalan, sen kendinden geçmedikçe ne iş yapabilirsin ki?
Aşıkların zinciri nedir? Dur sana söyleyeyim: Sevgilinin dalga dalga saçları.
Ciğerlerimizi aşk okladı ama bir bak da gör, hiçbir ağrı, sızı yok, fakat nasıl da kan damlamada.
İnsan, taptığına layıktır, taptığının değerincedir.
Ölü gibi sus ey gönül, çünkü biz, zaten bu dil yüzünden varlıkla töhmet altına girmişiz.
Şu dünya, bir hilebazdır, yarın diye vaat eder durur; a güzel oğul, biz ondan akıllıyız; çünkü içinde bulunduğumuz anı biliriz ancak.
Bir hoşluk, bir güzellik, elinden çıkıp gitti mi gam çekme, kederlenme, iyi bil ki başka şekle bürünür de gene sana gelir o.
İsteyeni istenen haline getirir, alt olanı üst eder, nice dua edenleri keremiyle, lütfuyla dualara kıble yapar.
Felekten yarım ekmeği olan, oturmak için bir yuvası bulunan, ne kimsenin iltifatını dileyen, ne de kimseye iltifat eden kişinin ne hoş bir alemi var, zevkiyle yaşasın.

Bunların yanı sıra kitapta Mevlana'ya ait pek çok hikaye var. Mevlana'nın Mesnevi'sini okuyacak zamanım yok diyorsanız bu kitabı sakın kaçırmayın...

3 Ocak 2009 Cumartesi

Ahmet Ümit'in İmza Günü

Bugün Taksim Mephisto Kitabevi'ndeydim. Ahmet Ümit'e son kitabı Bab-ı Esrar'ı imzalattım. Güzel dilekleri ve harika yazarlığı için kendisine tekrar teşekkür ederim. Fotoğraflara buradan ulaşabilirsiniz: Cüneyt Aydoğan

Yaşamın Anlamı, Immanuel Kant

Hayatına 80 yaşında, 1804 yılında veda eden Kant, şu ana kadar idealizm ile materyalizm arasında kalmış en önemli düşünürlerden. Pek çok kaynakta kendisinin katıksız bir idealist olarak tanımlandığını görebilirsiniz. Fakat okuduğum bu kitapta her ne kadar idealist olsa da aslında bilime dolayısıyla materyalizme de kapısının açık olduğunu belirtiyor. Sözü kitapta en beğendim paragraflara bırakıyorum:

1. Başkalarını eğitmek isteyen kişi, az bilgiyle bilge olabilmenin zorluğu konusunda çok şey bilmelidir. (s.22)
2. Kitaplar üzerine geniş bilgi sahibi olmak, gerçi bilgiyi arttırır ama yanına akıl eklenmediği sürece, kavrayışı ve algılayışı geliştirmez. (s.22)
3. Doğanın kurguladığı her şeyin bir amacı vardır. Zehirler bile, öz sıvılarımızda üreyen diğer zehirleri yok etmek için hizmet verirler. (s.23)
4. İnsanla ilgili her türlü bilgi düşünceyle başlar, oradan kavramlara geçer ve fikirlerle sona erer. (s.24)
5. İnsan. Dimdik durması ve göğü izlemesi için yaratılmış bir canlı. (s.25)
6. "Ne istiyorum?" diye sorar düşünme yetisi. "Bu neye bağlı?" diye sorar yargı gücü. "Bundan ne sonuç çıkar?" diye sorar akıl. (s.30)
7. Hoş memnuniyet veren şeye; güzel, hoşa giden şeye; iyi ise, değer biçilen şeye denir. (s.31)
8. Az ama bu Az'ı tam olarak bilmek, çok ama yüzeysel bilmekten daha iyidir. (s.35)
9. Bir Tanrı olduğunu söyleyen, bildiğinden daha fazlasını söyler, bunun aksini söyleyende. (s.38)
10. Salt düşünce gücü ya da salt akılla elde edilen şeylerle ilgili tüm bilgiler, hayalden başka bir şey değildir ve gerçek sadece tecrübede gizlidir. (s.40)
11. İnanca yer açmak için bilimi yerinden kaldırmam gerekti. (s.42)
12. Tüm insanların kolayca anladıklarına inandıkları şeylerden en az şeyi anladığım hususundaki anlama zayıflığımı bir sır gibi saklamayacağım. (s.46)
13. İnsanın, bir şeyi yapması gerektiği için, o şeyi yapabilmenin bilinci içinde olması, onun içinde, ona aynı zamanda kendi gerçek kaderinin büyüklüğü ve yüceliği üzerinde kutsal bir ürperiş hissettiren, derin tanrısal bir yetenek ortaya çıkarır. (s.57)
14. İnsan, daha iyi bir insan olmadığı müddetçe, mutlu olmayı umamaz. (s. 71 - Bu cümlenin yanına "Sen gitte bunu Schopenhauer'e sor" diye yazmışım zira kendisi mutluluğun zaten var olmadığını kabul ediyor...)
15. İnsanın ilk endişesi, nasıl mutlu olacağı değil, tersine büyük mutluluğa nasıl layık olacağıdır. (s.71)
16. Hayatın rastlantısal kötülüklerine katlanmaya ve aynı şekilde hayatın yüzeysel eğlencelerine dalmamaya kendini alıştır. İnsanın kendisini ahlaksal açıdan sağlıklı tutması için, bu bir tür perhiz sanatıdır. (s.73)
17. Bir insanın sahip olduğu alışkanlıklar ne kadar fazlaysa, o insan o kadar az özgür ve bağımsızdır. (s.77)
18. Sevgi, aklın yasa yoluyla emrettiği şeye karşı insan doğasının eksikliğini tamamlamak için, gerekli bir parçadır. (s.83)
19. Kim gücü yettiğinden daha fazla ciddi ve görevine sadık bir anlayış içinde davranırsa, o kişi gücü oranında olmayan şeyleri umabilir, çünkü bu eksiklik yüce bilgelik tarafından giderilecektir. (s.88-89)
20. Adil bir dağıtımı tek başına gerçekleştirecek olan tek varlık Tanrı'dır. Tanrı; herkesi sorumlu kılan bir varlık, özgürlük; doğanın tüm gücüne karşı görevlerini yerine getirdiğini savunmak için sarf edilen insan gücü, ölümsüzlük; mutluluğun ya da acının, ahlaksal değerleriyle ilişkilendirilerek insana paylaştırılacağı bir durum. (s.91)
21. Çoğu insanın dinsel bilgisi vardır ama din inancı yoktur. (s.95)
22. Şayet dünyadaki her şey erdemi ödüllendirip, kötü alışkanlığı cezalandırsaydı, ahlaksal değer yiter ve Tanrı inancına ulaşılmamış olurdu. (s.96)
23. Tanrı'nın tüm gücü adaletin yanında yer alır. (s.96)
24. Zevkler tartışılmaz. (s.97)
25. Saygı olmadan gerçek sevgi olmaz. (s.107)
26. Sevgi hissetme işidir, isteme işi değildir ve istediğim ya da istemek zorunda olduğum için sevemem; bu halde sevme yükümlülüğü, anlamsızlıktır. (s.108)
27. Yaşamları en fazla değer taşıyanlar, ölümden en az korkanlardır. (s.115)
28. Arzularını tatmin etmesini bilen kişi, zekidir; ona hükmetmesini bilen kişi ise bilgedir. (s.116)29. Acı etkinliğin dikenidir ve her şeyden önce bunda yaşadığımızı hissederiz; bu olmadan cansızlık olurdu. (s.117)
30.12.2008